Kendimi beş aylık iken Erzincan dan geldiğimiz Beşiktaş Barbaros parkı önündeki Ihlamur deresinin denize döküldüğü yerde balık yemi için kurtçuk tutarken anımsıyorum ve halen de oralardayım.
Okullarımın hepsi de deniz kenarındaydı ve ben çatanaların çifte küreklerinden birinde gönüllü forsa idim. Halen de forsalığa devam ediyoruz.
İlk defa isteyerek ve bilerek, her yeri kazanacağıma emin olduğumdan başka imtihanlara girmeyerek ODTÜ Kimya Bölümünü tek geçtim. 1973 yılında mezun oldum. 1976 da askerlik yaptım. Ne kadar ihtilal, ne kadar olay varsa gördüm. Elbette ki dayak ta yedim. Farklı yer şekil zaman da da olsa, halen de yemeye devam ediyoruz. Sanırım dayak yemek Türk milletinin ruhuna işlemiş alışkanlık haline gelmiş.
Her şeye karşın kuyruğu dik tutma ve kendimize toz kondurmama özelliğimiz nedeniyle;
“ Çingeneye padişahlık vermişler, önce babasını asmış.” sözündeki Çingene aslında biziz. Kurduğumuz Devlet sayıları ile övünürken bu devletleri kendi kendimize yakıp yıktığımızı, “ Türkün dostu Türk’tür ” derken acı acı gülümsemekteyim. Adım ile çok hemhal içindeyim ve her an savaştayım.
Halen her Cumartesi gece 21 den sonra 94.4 frekansından yayın yapan Radyo Ekindeki programımda sözlerime başlamadan üç saat geçiyor.
Klasik ve taklit hiçbir şeyi tercih etmem. Kendi bağımsız tarzım olmalı derim, kuralsızlığı severim. Değişimi gelişimi severim. Hedefsizlerin, eylemsizlerin, karamsarların, umutsuzların, şeytani olanların da gidişlerini severim.
“ AŞKIN KİMYASI “ adlı kitabım için bir arkadaşım “ Hocam ! Siz bilimi halka indirmişsiniz.” Demişti. “ Bilgeliğin Kapısında Kahve Molası ” Kitabım. Neden kahve molası ? Çünkü kahve insanı zinde tutuyor ve durup durup her molada kahve içerek yazılanları daha iyi özümseyeceksiniz diye. Kitabımın sonunda okuyucu için boş bir sayfa ayırmıştım ve başlığına “ GELECEĞE MEKTUP YAZIN “ demiştim.
Kitabı okuyanlar mektupta kendi yaşam felsefelerini ve gelecek hayallerini yazacaktı. Kitabın son sayfasına saçlarından da birkaç tel kesip yapıştıracaklardı ve imzalayarak çocuk, torun, dost vb. imzalayarak hediye edeceklerdi. Şaşıp düşüp 100 yıl, beşyüz yıl sonra kitap antika ve elinde olan köşeyi dönecekti:
Burada gülmek serbest. Saç teli ne hesap? Diyebilirsiniz. Kitap ta da var, üçbin yıl önceki saç teli bulunan insanın resmi yapılmış. İnsanlar bir sürü para verip kendilerini donduruyorlar, öyle gelişmeler var ki bilmem kaç yüz veya bin yıl sonra da o saç telinden canlandırılmak mümkün olabilir. Hem de parasız.
Bu kitaplar birkaç baskı yaptı ve bitti. Sizlere birçoğu bilgisayarımda olan kağıt fiyatları ucuzlar, yayınevleri sömürme düzenini kaldırırlarsa yayınlamayı arzu ettiğim kitap başlıklarını vereyim:
“ Yaşam Yokuşundaki Savaşım ” / “ Makalelerim ” / “ Şiirimsi Yazılarım ” / “ SU İLE İLGİLİ HER ŞEY ” ve en çok iddialı olduğum “ GÖRÜNMEYENİ GÖRMEK, GELDİĞİMİZ YERE DÖNMEK ” Bu son kitabım Mevlana’ nın Mesnevisini geride bırakacak. Şiirsel değil, YAŞAM FELSEFESİ ANLAMINDA tüm gelecek insanlığa ışık tutacak onlara yol gösterecek, kendilerini tanımalarına yardımcı olacak. Bu size ütopik gelmiş olabilir ama ne yazık ki doğru…
Şiirimizle ilgili sormuşsunuz, yukarıda “ Şiirimsi Yazılarım ” dedim. Bir insanın ŞİİR yazdım ben ŞAİRİM demesi yürek ister. Kendini hiç sayarak adına FUZULİ diyen gibi, Pir Sultan, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Attila İlhan, Aşık Veysel, Füruğ Furuzad vb. değerlerin yanında şiir yazmış olmak yürek işi. Ama yazanlar yok mu var elbet. Bir Nuri Can örneğin. Samim İğde, Zeki Kaymakçı, Perdesiz Kamil Gündüz ve daha çok güzel yazanlarımız var.
Bu konu hassas ve derin. Kelimeleri peşpeşe, alt alta, heceleri uydurarak senin için ölürüm diyen. Veya ben öldüm diyen yazılar ne kadar şiir sayılır bilemem. Kimse kimse için ölmez ve ölmek te istemez. Sosyal medya da körler sağırlar birbirini ağırlıyor, birini bir kişi beğense şiir yazdım sanıyor, şair oldum sanıyor. Ama yazmasınlar mı ?
Yazsınlar ne isterlerse yazsınlar çünkü yazılmazsa kafayı yemişler ve depresyondakiler çok daha fazlalaşacak. Kör satıcının kör alıcısı vardır hesabı, herkesin bir kitlesi olabilir, birbirlerine yaptıkları yandaşlık, yalakalık ölçüsünde birbirlerini kayırabilir, sizi dışlayabilir. Bunlar yaşamın gerçekleridir. Yine bir gerçek, yayınevleri para kazanmak için kurulmuş ve dağıtım meselesi nedeniyle yazanların emeklerini sömürmek üzere hazır ve nazırdırlar.
Sömürmek ve vericilik insanın ruhunda aynı oranda vardır ancak zamanımızda sömürme duygusu baskın ve egemendir. Bu da bu Dünya düzeninin olumsuz bir gerçeği.
Sadece inşallah keser döner sap döner hesabı ile güzellikleri umut ederek vücut kimyamızın bozulmasını engellemeye çalışacağız.
Sadece Şairler değil tüm sanatçılarda mevcut olumsuzluklara karşı duruş olmalıdır. Bir yazıda okumuştum: Şair dediğin, bir sanatçı Everest’ in tepesinde olsa, Afrika’ nın Büyük Sahra Çölünde yürüyen karıncanın ayak izlerini duyan hissedendir diye. Ve yine Edip Cansever’ in “ Dünyanın hiç gitmediğiniz, görmediğiniz yerinde, Dünyanın bir bayırında bir çiçeğin solması üzmez mi sizi ?” sözlerindeki “ üzülen insan ” sanatçıdır, şairdir.
Projeleriniz var mı ? demişsiniz…
“ Alçalışla yükselişi, Savaşla barışı, Aydınlıkla karanlığı bilen hayatı yaşamış sayılır ”.
Hepsini iyi kötü ucundan kıyısında gördük ama zaman öyle hızla ilerliyor ve değişiyor ki eylemsizlik, yok oluş ile eşdeğerdir. COVID dahil tüm rahatsızlıkları önleyebilecek kompozisyonu ürettim, patent müracaatı yaptım, isim hakkını aldım ve bu konuyu en üst düzeyde tartışabilirim desem, gülebilirsiniz.
Ülkemizde bürokratik oligarşiyi aşabilme zordur. Yukarıda belirttim. Radyo yayınlarıma devam. İsteyen herkese açık mikrofon, bir şeyler anlatıyorum aslında kendime anlatıyor, kendimi gaza getirmeye çalışıyorum. Benimle yürüyenlere Selamlar olsun, her şey onların gönüllerince olsun.